14 Aralık 2010 Salı

Özgürlük (mü?)

                






Özgürdüm. Seçerek elde ettiğim bir özgürlüktü yaşadığım. Mutlu olmaktı derdim, ya da mutsuz olmaya değecek bir özgürlük. Zaten her zaman mutsuzdum, bari mutsuz bir özgür olurdum.
          





  Aslında hayatımda değişen hiçbir şey olmamıştı. Ne bu şekilde mutlu olacağıma, ne de özgürlüğüme bu şekilde kavuşacağıma inanıyordum. Zaten bir işi çözerken her zaman saçma, aptal yöntemlerim olmuştur. Bilmiyorum nasıl oluyor ama bazen de tutuyor işte. Hayatın iniş çıkışları ile baş edebilmek için de  daha sağlıklı, ne bileyim daha olgun yöntemler bildiğimi de zannetmiyorum. Yine öyle olmuştu zira. Yine onu seviyordum; bu benim en büyük tutsak yanımdı. O yine uzaktaydı; bu ise en büyük mutsuzluğum. Kimseye onu ne kadar sevdiğimi ya da ayrılmamın nedenini anlatamamamsa en büyük derdimdi.
           
 Soranlara ‘sıkıldım’ diyordum, ‘böyle yürütemiyorum.’ diyordum. Yalan değildi ama eksikti. Belki de kendimi güçlü göstermeme yarayan şeydi. Gitmişti, bunu hak etmiyordum ve bitirmeye karar vermiştim. Hepsi buydu. Önüme bakacak, kendimi üzecek bir hayatı elbette ki seçmeyecektim.
       
 Çok sevdiğim iki dostumun yanında kalıyordum.  Bol bol kedisi olan bir evdi dostlarımın evi ve ben kedilerden inanılmaz şekilde korkuyordum. Bu sebepten kaldığım odada yalnızca bir aylık minik bir kedi vardı. Sokakta çok aciz bir haldeyken arkadaşlarım eve alıp bakmaya başlamışlardı. O ufacık kediden de inanılmaz şekilde korkuyor, başlarda ‘pist’ bile diyemiyordum. O ise bu mutsuz korkaktan hiç vazgeçmiyordu. Etrafındaki tek kıpırdayan şey ben olduğum için yaşının gerektirdiği gibi oynamak istiyor, terliklerime, çoraplarıma, kıyafetlerime, en önemlisi uyurken popoma dadanıyor, benden sağlam papara ve bazen hafif bir tokat yemesine rağmen pes etmiyor, bu agresif kadından başka kimsesi olmadığı için sevse de sevmese de yakınlaşmaya çalışıyordu. Bu küçük kavga ve inatlaşmalarla iki haftayı devirmiştik. Sevimliliğine daha fazla dayanamayıp önce çorapla ve şarj aletiyle (dokunmamak için) onun oynama gereksinimini karşılamaya başlamıştım. Bu şekilde başlayan samimiyetimiz en sonunda gece koltuğumun altında ya da elele tutuşarak uyumaya kadar varmıştı. O odada yalnızken yaşadığım her şeye tanıktı. Kimsenin yanında üzülemezken gece uyurken onunla birlikte kederlenebiliyordum. O ise annesizdi ve uyurken patilerini yanağıma, saçlarıma, ellerime koyuyordu.
           


 Bu ufaklıkla geçirmediğim zamanlarda başka bir ufaklıkla vakit geçiriyordum. 19 yaşındaki bu yeni ‘sevgilim’ le maceradan maceraya koşuyor, her akşam içiyor, dans ediyor ve sabah sekiz sularında eve gidiyorduk. Kimi zaman tren istasyonlarında sabahlıyorduk. İkimizin de acısı vardı. Aynı acıyı farklı insanlarda ve farklı şekillerde yaşıyor ama aynı yolla iyileştirmeye çalışıyorduk. İkimiz de bir başkasına aşıktık, ikimizin de olmak istediği yer aslında hiçbir zaman bulunduğumuz yer değildi. Acıların birbirimizi anlamamızı sağladığından mıdır bilmem, gayet de iyi anlaşıyorduk. Ne o benim sevgilimdi, ne de o beni seviyordu ama bizi birbirimize yakınlaştıran çok daha derin bir şeyler vardı. Yaşadıklarımızı anlatıyorduk, bir başkasına nasıl aşık olduğumuzu, nasıl derinden ve takıntılı şekilde bağlı olduğumuzu… Samimiyeti fazla olan bir abla-kardeş gibiydik belki de. İsim takmamız gerekirse illa ki…
         


  O’ndan ayrılalı neredeyse bir ay olmuştu ve bu bir ayda kendimi tanıyamayacak şekilde değişmiştim. Beni hayata bağlayan tek şey, iyileştireceğine inandığım tek şey ise Çek Cumhuriyeti’nde başlayacağım yeni hayattı. Sürekli bu işle alakalı bürokratik işlemlerle uğraşıyor, o şehirden bu şehire koşturuyordum. Sigaraya da başlamıştım tabi, önceden yalnızca keyif için arada sırada içtiğim sigara vazgeçilmezlerimden biri olmuştu. Kendime zarar vermenin değişik bir yoluydu. Dumanı her içime çekişimde bir rahatlama hissediyordum, ciğerlerimi bu zararlı şeyle doldururken bu yeni kendimden intikam alıyordum. "Sigaranın o kadar sevilmesi, nikotinin gücünden değil, bu boş ve anlamsız alemde insanda anlamlı bir şey yaptığı duygusunu kolaylıkla vermesindendir, diye düşünürüm bazen." diyen Orhan Pamuk'un sözüyse hep aklımdaydı. En önemlisi de hayatta çok çabuk bir şeylere bağlanabildiğimi görmeye başlamıştım; önce O, sonra kedi ve sonra sigara. 
            


Ayrıldığımdan beri hiç ağlamamıştım. Kedimle birlikte oynarken üstüme zıplamış ve ince pijamamdan yavaş yavaş aşağıya kayarken çok da acımayan tırmık izleri bırakmıştı bacaklarımda. Durdum, ağlamaya başladım. Yere oturarak ve yine koltuğa tutunarak deli gibi ağlıyordum. Kimsenin duymaması için bir yandan mücadele verirken ağzımdan salyalar akıtarak dediğim şey ise şuydu: “Şimdi hayatta en çok istediğim şey, ölene kadar bu kızı hiç kaybetmemek!”
           


 Bir hışımla kalktım, hazırlandım. Arkadaşlarım bu heyecanıma bir anlam verememişlerdi. Israrlı soruları üzerine, sonunda söyledim: “O’na evlenme teklifi edeceğim.” Şaşırdılar, bizsiz olmaz deyip yüzük seçmeye benimle birlikte yola çıktılar. Yolda mutluydum, onların dediği ise daha ziyade manyak olduğumdu.

Bu gecenin sesi: http://fizy.com/#s/1if7di

1 yorum: