11 Temmuz 2011 Pazartesi

Dönmek







Hiçbir şey bana ait değildi. Bana ait olan her şey o anda çok uzakta, çok yabancı, çok sisli ve gerçek anlamda pusluydu. Teker teker yuttuğum hapların etkisinde yerde yatıyordum. Gözümde çok yakından tanıdığım iki ayak… Hızlı, telaşlı… Yüzümü dayadığım beton beyaz ve soğuk. En güzel hallerimle onu karşıladığım kapının önünde ölmek üzere yatıyordum.







Ölmenin kolay olacağını düşünmüştüm. Aslına bakarsanız kolay da. Ölmek üzereyken yoldan çevrilmek çok acı veriyor.

Şimdi anlatacağım şeylerin, kuracağım cümlelerin çok edebi olmasını beklemeyin. Sadece yaşamış olduğum şeylerin kaydını tutuyorum. Hikayeme devam edebilmek için hiç istemediğim anları bile yazacağım avam şekilde ya da pek sanatsal. Fark etmez…

Hastaneye nasıl geldiğimi halen bilmiyorum. O’nun eve gelmesi, beni o halde bulması, hastaneye getirmesi bölük pörçük kafamda. Burnumdan sokulan o iğrenç kablonun bırakın içtiğim hapları, tüm iç organlarımı dışarıya çıkaracağını sanmıştım. Öyle çok acı veriyordu ki doktora vuruyor, daha fazla ağlıyor, ölmediğime iyice pişman oluyordum. O’nun ismini ise bütün hastanede çınlatıyordum, nefes alabildiğim anları yakaladığımda tabi ki. Doktorun ‘e o zaman yapmayacaktın’ laflarıyla çığrından çıkacak ve sesini kesmesini söyleyip küfredecek kadar bilincim yerine gelmişti bu arada. Kimi, hangi durumda, neyden pişman etmeye ve ders vermeye çalışıyordu? Ona haftada bir gelen bu ‘sıradan’ vaka benim tüm hayatımı alt üst ediyordu; o kadar realist olmamalıydı.

O gün yoğun bakımda kalacaktım. Ömrüm boyunca bu kadar yalnızlık çektiğim olmamıştı, bu kadar terk edilmiş, bu kadar çaresiz ve o kadar korkunç bir ortamda kalmamıştım; bahse girerim kalmam da.Burnumdaki o korkunç kabloyla bir gün geçirecek, yattığım yerden kıpırdayamayacaktım. Bir günün öyle bir durumda bir ömür gibi gelmesi işten değil. Nefessizlikten boğulacaktım, bunun gerçek bir cehennem olduğuna inanıyordum. Kendi ömrüme kendim son vermek istemiştim ve bunun bir cezası olmalıydı. O kadar kolay ölünmezdi.
İki bildiğimiz ölü hasta ile yoğun bakımdaydım. Yattığım yerden onlara bakıyordum. Herkes eminim bir daha ayaklanamayacaklarını biliyordu. Yine de kablolardan, serumlardan su ve yiyecek verip popüler Türk dizilerini açıyorlardı televizyondan. Bağırasım ve her şeyi yıkasım geliyordu. İmkanı yoktu ama gelene gidene sürekli ‘çıkar beni buradan’ diye fısıldıyordum, yapabilsem kulaklarını patlatırdım tabi.

Uyuyamıyordum, ziyaret saatini bekliyordum. Gelmeliydi, onu görmeden yapamazdım. Geldiği zaman ise sadece özür diliyor, ağlıyor ve sarılıyordum. Yaşadığım o anların tarifini nasıl yapsam bilemiyorum; bilemiyorum onları anlatacak harfler, kelimeler mevcut mu…

Sabah annemi geldi. Burnumdan sokulan boruyu çıkarmışlardı. Yemek yedirip su içirdi. Hayatta tanık olabileceği en kötü halde görüyordu beni, oysa ne güçlüydü. Yoğun bakımdan çıkıyordum, kapıda babamı gördüm. Sarıldı, ağladı. Babamı ilk kez ağlarken görüyordum. ‘Tamam’ dedi ‘geçti her şey, şimdi evimize gidelim’.

Soğuk bir kış günüydü, ama güneş ışıldıyordu. Benim için değil. Güneşin artık benim için doğmayacağından emindim. Ucu bucağı görünmez bir yolda gibiydim, yine de sayıyordum adımlarımı...

Bugünün sesi: http://fizy.com/#s/14ywgf


1 yorum:

  1. off yazdım yazdım sildim yazdım yazdım sildim ne yazacağımı bilemedim sana akıl vermek haddim değil şuan ne durumdasın bilemiyorum ama dilerim KENDİNE BUNU BİRDAHA ASLA YAPMAZSIN.

    YanıtlaSil