20 Şubat 2011 Pazar

Oturdum, Ölümü Bekledim







Bu zamana kadar çok şey yaşadım. Ama hayata karşı olan inancımı hiç kaybetmemiştim. Beni bana sorsalar bir şeyler anlatamazdım belki, ancak beni kime sorsalar hayattan ne denli zevk alabildiğimi söylerdi. Belki de acıları görmezden gelerek başarıyordum bunu, belki de kendime göre o an için durumu kurtaran ama asla makul olmayan çözüm şekilleri ile…





Onsuz yaşadığım o altı ayda da kendimin bile makul bulmadığı çözümler ile özlemimi aşmaya çalışmıştım. Geldikten sonra hepsini unuttum belki ama onlar orada, benim hayatımda ‘yaşanmışlıklar’ içerisinde yerini almıştı çoktan.

Kıskançlık ile gelen o yoğun buhran döneminde artık ardı arkası kesilmeyen ve bitecek gibi de görünmeyen suçlamalar ve kendi kendimi aşağılamalarla baş başa kalmıştım. Kıskançlık kendime yediremediğim en büyük duyguydu. Arkasından işsiz kalmamın yarattığı boşluk ve kadın kadına yürütülen bir ilişkinin acemiliği geliyordu. Hepsi için tek bir sorum vardı: ‘bunları neden ben yaşıyorum?’

Tüm bunları kendi kendime aşmamın bir yolu yoktu ama o zamanlar gücümü yitirmekten çok korkuyordum, profesyonel bir yardım almanın beni iyice güçsüzleştireceğini ve bu yardımın bana yarar sağlamasından ziyade acizliğimin suratıma vurulmasına neden olacağını hissediyordum. Hem zaten ne anlatacaktım? Sevgilimi ne kadar çok kıskandığımı mı, ya da işsiz kalmanın yarattığı bunalımı mı? Anlatacak bir şeyim yoktu, hepsi bu.


Bir sabah uyandığımda bilgisayarım açıktı. Bilgisayarın başına sevgilim, ona hediye ettiğim kolyeyi bırakıp gitmişti. Ekranı açtığımda onunla birlikteyken eski sevgilimle de görüştüğümün  kanıtı olan belgeler gördüm. 2 yıllık ilişkimi bitirememiştim. Durumu erkek arkadaşıma anlatsam da kabullenmek ve beni kaybetmek istememişti. Ona eskisi gibi derin bir aşk beslemiyordum belki ama içimde olan sevgi ve suçluluk duygusu onu silip atmama engel olmuştu. Yapamadığımı ve ayrılmak istediğimi söylesem de beni öyle bir sebepten bırakmak istememesi işleri iyice zorlaştırmıştı. Kendi içimde de yaşadığım ikilemler vardı. Erkek arkadaşımla devam edersem yaklaşık altı ay sonra evlenecektim. Gelinlik giyme ve anne olma gibi en büyük hayallerim gerçekleşecekti. Ama yapamıyordum. O kadını düşünerek daha fazla eski ilişkime devam edemiyordum. Her zaman bir üzülen olacaktı, hiç ama hiç istemeyerek erkek arkadaşımın üzülmesini seçmiştim. Seçmiştim ama O’nun onu aldattığımı düşüneceği kadar geç bir zamanda vermiştim bu kararı. Şimdi gözümün önünde bıraktığı kolye ile kalakalmıştım.


Ağırdı. Kaldıramadım. Suçluluk duygusu ve pişmanlık bir araya gelmiş, üstümde tepiniyor gibiydiler. Ne yapacağımı bilemiyordum. Kalbim güm güm atıyordu, kendimi parçalamak istiyordum. Onunla bu konu için yüz yüze gelmeye takatim yoktu. Zaten sebeplerimi anlatsam bile anlamayacak ve beni ömrü boyunca affetmeyecekti. Bunu kaldıramazdım.

Çok sakin şekilde kalktım. İlaçlarımızı koyduğumuz dolabı açtım. Mutfağa geçtim. Hepsini yere döktüm. Yanıma bir bardak su alıp arasından seçtiklerimi birer birer atmaya başladım ağzıma. Hap içemeyen biri olarak oldukça da kolay yapıyordum bu işi. Yeterince içtiğime kanaat getirince biraz durdum. Bir sigara yaktım, bekledim. Ne hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu, ne ölüm korkusu vardı, ne de benden sonra olacakları düşünüyordum. Aklımda, zihnimde büyük bir boşluk vardı. İnsanın gerçekten hiçbir şeyi düşünmediği anı işte o dakikalar içinde yaşıyordum.

Oturup sigara içmeye devam ettim, aklımda hiçbir şey yoktu; zaten buğulanmaya başlamıştı da her şey. Orada, mutfağımızda oturup sigara içerek ölümün gelmesini bekliyordum. 

11 Şubat 2011 Cuma

Kıskançlık





Onun gelmesiyle hayatımdaki her şey rayına oturmuş gibiydi. Yeni bir evimiz vardı. Yuvamızı yavaş ama güzel şekilde, tam istediğimiz gibi olmasa da bizi memnun edecek kadar iyi kurmaya başlamıştık.






Geldiği gün bambaşkaydı. Altı aylık bir özlem sonrası ne yapacağımı bilemez haldeydim aslında. Teni, saçları, konuşması… Her şeyi değişmiş gibi geliyordu. Bu kadar özlem yaşadıktan sonra nasıl davranacağımı bilemiyordum. Beklemeye alışmıştım belki, belki de beklemekten çok yorulmuştum. Onu karşımda görmek bana çok büyük bir mutluluk veriyordu vermesine ama bu uzun ayrılık dönemi sonrasında onun yanımda olması garip bir hissi de beraberinde getirmiyor değildi. Çok tuhaftı gerçekten, hem hiç onsuz o ayları yaşamamış, o hep yanımdaymış gibiydim;  hem de aslında daha gelmemiş ya da her an gidecekmiş gibiydi. O altı ayda içimde açılan boşluk hissini kapatamadım bir süre.

Aynı yatağa yatmaya başlayıp, aynı masada, birlikte kurduğumuz evimizde yemek yiyene ve televizyonun karşısındaki kanepede sarılarak saçma sapan dizileri büyük keyifle izleyinceye kadar yaşadım bu ne yapacağını bilemez durumları. Sonra fark ettim ki artık bambaşka bir hayatın içindeyim. Onunla bir hayat kuruyorum. Hiç kimse bu hayata müdahale edemez, hiçbir şey bu birlikteliğimizi bozamazdı ve her şey mutluluğumuza birer katkı gibiydi. Gecenin geç saatlerine kadar uzayan işimi bırakıp kendimi evimize vermiştim. Her gün en güzel yemeklerle ve güzel bir evle onun işten gelmesini bekliyordum. Ona kapıyı açmaktan, bütün gün o anı beklemiş yüzünü görmekten daha çok mutlu edecek bir şey yoktu beni. Hiçbir şey sıkıntı vermiyor, aksine en rahatsız olabileceğim şeyleri bile göz ardı edip mutlu olabileceğim bir şeyler çıkarabiliyordum. Yaklaşık bir yıldır çok acılar çekmiştim, çok yalnız kalmış ve gerçekten mutsuzluğun ne demek olduğunu anlamıştım. Şimdi, bütün o acıları bu günleri yaşayabilmek için çektiğime inanıyor, artık hayattan başka bir arzumun kalmamış olduğuna inanıyordum. Elbette bu mutluluğun daimi olmasından başka.

Ancak beni bugün bu kadar yorulmuş kılan, güçsüz yapan ilk adımları da aynı dönemlerde yaşamaya başlamıştım. İlk olarak eski sevgilisinin birkaç fotoğrafını, bir başka sevgilisinin ise mektubunu bulmuştum bir çekmecede. Bu beni öylesine derinden yaralamıştı ki. Onların orada olduğunu bilmediğine, saklamadığına inanıyordum, savunması inandırıcı ve mantıklıydı çünkü. Ama ben kırılmıştım çünkü birlikte kurduğumuz evin içerisinde bunları bulmamalıydım. Kırılganlığımı çabuk da aşmıştım, bunlarla kaybedemeyecek kadar değerli idi çünkü birlikte geçirdiğimiz zamanlar. Fakat bir, iki, üç olmaya başlamıştı aynı şey ve kırgınlığım üzüntüye, sonrasında ise öfkeye dönmüştü. Fazlasıyla büyütmeye başlamıştım bu durumu. Sürekli önüme çıkıp durmalarından inanılmaz büyük bir rahatsızlık duyuyordum. Birlikte yaşamamızın üçüncü ayında artık paranoyalarla kendimi delirtmeye başlamıştım. Yazarken çok basit geliyor aslında, anlamanızı beklemiyorum bu nedenle yaşadığım o ağır dönemi. Ama öyle yaralayıcı, öyle kırıcıydı ki benim için ve kademe kademe ilerlemesi, her yaşadığımızda aynı şeyi gerekçe olarak önüme sunması artık beni delirtir vaziyete gelmişti. Eski sevgililerini öldürmek, boğmak istiyor, hiç tanımadığım ve belki de çok iyi insanlar olabilecek o insanlara hıncım ve öfkem gün geçtikçe artıyordu. Oysa benim de eski sevgilelerim vardı, olmuştu ve onun da olmasından daha doğal bir şey olamazdı. Ama bunu kabul edemiyor, en azından onları artık bu kadar yakından tanımamam gerektiğini düşünüyordum.  

Ve ben o zamana kadar kimseyi kıskanmamıştım. Ne ablamı, ne çocukluğumda arkadaşımı, öğretmenimi, benden iyi not alan sınıf arkadaşımı, benden güzel olan başka bir kadını, sevgilimi, annemi, babamı… Kimseyi kıskanmamıştım ben. Şimdi bu büyük bir aşka birlikte gelen kıskançlığı kaldıramıyor, akıl almaz buluyordum. En yakın dostum dediğim kişilere bile bu derdimi anlatamıyor, “kıskanıyorum ve bu beni deli ediyor!” diyemiyordum. Çünkü hissettiğim bu iğrenç duygudan utanç duyuyordum.
**

İlk maaşını aldığı gün birlikte sık sık yaptığımız gibi güzel bir restauranta gittik. İlk maaşını almıştı, birlikteydik, mutluyduk, huzurluyduk (ona göre). Ama benim halim niceydi. İçimde bir şeyler beni mutlu olmaktan alıkoyuyor gibiydi. Ne kadar sevinsem ve gülmeye çalışsam da içimde yaşadığım paranoya ve kıskançlık artık benim ben olmama izin vermiyordu. Masaya oturduk, şaraplarımızı söyledik. “Noldu? Bir şeyin var belli ki, benden saklama lütfen” demesiyle birlikte kalabalık lokantada gözyaşlarımı salıverdim. Hikayemi takip eden biri iseniz artık çok dolmadan, bıçak kemiğe dayanmadan ağlamadığımı da öğrenmişsinizdir. Böylesine basit bir konuyu büyüterek bu raddeye getirmiştim işte. Hıçkırıklarla boğulmuş vaziyette derdimi anlattım. Bu nedenle psikoloğa gitmek istediğimi söyledim. Kıskançlığın beni yiyip bitirdiğini onun görmediğini, bu hale beni onun getirdiğini yüzüne tokat gibi vurarak anlattım. Kendini suçlu hissediyordu. Vicdan meselesi haline gelmişti ağlamamla birlikte. Ama onun üzülmesinden rahatsızlık duymuyor, aksine acının dibine vurmasını istiyordum. Üzüntüme öfke de karışmıştı artık. Bu şekilde hissetmeme ve ilişkimize darbe vurmaya o sebep olmuştu. Rahatlamıştım bu öfkemi ve üzüntümü anlatarak ama artık yaralandığımı biliyordum. Sorunlarımızı çözmüş gibiydik aslında. Ama aslında benim için hiç de öyle değildi…



Bunun dışında eski ve yeni yazılarımı www.gecenotlari.com sitesinden takip edebilirsiniz. Sevgiyle kalın.